enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3717
EURO
34,7544
ALTIN
2.413,87
BIST
10.045,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Samsun
Hafif Yağmurlu
16°C
Samsun
16°C
Hafif Yağmurlu
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Parçalı Bulutlu
18°C
Pazartesi Açık
21°C

Vefâtının 96 Yılı Münâsebetiyle SÜLEYMAN NAZİF-“KARA BİR GÜN” VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

09.01.2023
23
A+
A-

Vefâtının 96 Yılı Münâsebetiyle

SÜLEYMAN NAZİF-“KARA BİR GÜN” VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

M. HALİSTİN KUKUL

Süleyman Nazif, 29 Ocak 1870 (bâzı kayıtlarda, 1869) târihinde, Diyarbakır’da doğmuştur.

Millî Mücâdelenin başlangıç döneminde, hayatının en cevval zamanını yaşayan

şâir, üstün millî rûh ve millî heyecana sahip bir vatanseverdir.

1897’de Paris’e gitmiş, dönüşünde, 1897-1908 yılları arasında Vilâyet

Mektupçusu olarak Bursa’da ikamete mecbûr edilmiş; bilâhare, 23 Temmuz 1908

tarihinde İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra, Basra (1909), Kastamonu

(1910),T(ı)rabzon (1911), Musul (1913) ve Bağdat (1914) valiliklerinde bulunmuş;

1915’te, İstanbul’a dönerek, Ebüzziya Tevfik’le birlikte Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ni

çıkarmaya başlamıştır.

İstanbul’un, İtilâf Devletleri’nce işgalinin (13 Kasım 1918) ertesinde, Hadisât Gazetesi’nde

yayınladığı “ Kara Bir Gün” adlı yazısıyla, işgalcilere karşı en sert tepkiyi ortaya koyan Süleyman Nazif

olmuştur.

F(ı)ransız generalinin, küçümseyici ve kibirli bir edâyla Türk pâyitahtı/başşehri

İstanbul’a girişini ve onu alkışlayan yerli gayrimüslimlerin yâni müslüman olmayan ‘azlık

ırkçıları’nın alkışlarını içine sindiremeyen Süleyman Nazif, “Kara Bir Gün” başlıklı yazısıyla

Türk târihine ibret alınması gereken bir kayıt düşmüş, çok mühim bir vesîka bırakmıştır.

23 Ocak 1920 tarihinde, Darülfunun’da, Türk dostu F(ı)ransız yazar “Pierre Loti Günü” adı

altında yapılan toplantıda yaptığı, “Pierre Loti” konulu konuşmasında, F(ı)ransızları protesto

etmiş ve bunun üzerine, İngiliz işgalcileri tarafından Malta adasına sürülmüştür.

Malta’daki sürgünde yirmi ay kalan Süleyman Nazif, orada da boş durmamış fikrî

çalışmalarını sürdürmüştür.

Edebiyat târihcisi Ahmet Kabaklı, O’nun hakkında şöyle diyor:

“Malta’da yirmi ay kaldı. Yurt hasreti ve memleket dertlerine ağlayışları ile, Kurtuluş

Savaşı’nın ruh ve heyecanlarını (Mehmet Âkif ve M. Emin Yurdakul ile birlikte) temsil

eden vatan şairlerimizden oldu.

(…) Süleyman Nazif, şahsî gayretiyle Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiş geniş

kültür sahibi bir insandır. Tanzimatçılardan en çok Namık Kemal ve Abdülhak Hâmit’e

hayrandır. Kemal’in heyecanlı ve pervasız yurtseverlik edâsını, o, Servetifünûn devrinde

ve daha sonra sürdürmüştür.” (1)

Bir dîğer edebiyat tarihçimiz Nihad Sâmi Banarlı ise,Süleyman Nazif’in edebî şahsiyeti

hakkında şöyle der:

“Süleyman Nazif’in edebî hayatında en parlak devir, meşrutiyetten sonra, milletçe ve

vatanca uğradığımız büyük felâketlere ve haksızlıklara isyân eden engin bir millet ve

vatan sevgisiyle yüklü, eserler meydana koyduğu devirdir. Bu devirde Nazif yine Namık

Kemal’i hatırlatan canlı heyecanlı ve selâbetli bir uslubla dâima haykıran erkek sesli bir

lisanla daha çok mensur yazılar yazmıştır. Bu san’atkârın zihnini saran hâdiselerin

ruhuna varan, kuvvetli bir zekâsı ve zekâdan kuvvet alan derin tesirli bir ifadesi vardır.

Türk ırkının meziyetleriyle Türk milletinin târihî fazîletlerine hayran olan san’atkârın

böylesine büyük bir milleti, Trablus garb harbi, Balkan harbi, Birinci dünyâ harbi, gibi

ıstırabdan ıstıraba sürükleyen haksızlıklarla yıpranır bir hâlde görerek, duyduğu samimî

elemle yükselttiği erkek sesli isyan feryadları, millî edebiyatımızın her zaman sevgiyle

anacağı unutulmaz hâtıralar arasındadır.” (2)

Edebiyat târihimiz, Süleyman Nazif’i, Servet-i Fünûn topluluğuyla ansa bile, görünen

odur ki, Süleyman Nazif, onlardan pek çok hususiyetiyle ayrılmaktadır.

Nazif; millî ve İslâmî fikir ve tavırlarıyla ve vatansever yazılarıyla dâima göz önünde

bulunmaktadır. Cenap Şahabettin ile, Hâdisât gazetesinde yazmalarına rağmen, Cenap

Şahabettin, millî mücâdeleye biraz daha kayıtsız bulunuyordu. Aksine; Süleyman Nazif, her türlü

mücâdeleyi göğüsleyecek fikir ve cesârete sahipti.

O dönemlerde; Osmanlı Türk Cihân Devleti, herbir zerresinde olduğu gibi, Anadolusu’nda

da, acı günler yaşadığı zamanlar içinde bulunuyordu.

İşte, bu felâketli zamanlarda, F(ı)ransız generalinin, büyük bir kibirle İstanbul’a girişini

hazmedemeyen Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919 tarihli Hâdisât Gazetesi’nde siyah bir çerçeve

içinde yayınlanan “Kara Bir Gün” yazısıyla durumu şiddetle protesto ediyordu.

Bu yazı üzerine, Süleyman Nazif, bu F(ı)ransız generali tarafından kurşuna dizdirilmek

istenmiş, fakat, her nedense, Malta’ya sürgüne gönderilmesi tercih edilmişti.

Muhakkaktır ki, Süleyman Nazif’in “Kara Bir Gün” başlıklı yazısının üzerinde iyice ve ciddî

olarak düşünülmesi gerekir. Onun hakkında yapılacak her tahlil önümüzü görmemize vesîle teşkil

edecek bir metin olacaktır.

Çünkü; Türk vatanına, sâdece düşmanlar girmemiş, sâdece bir F(ı)ransız generali kibirli

tavırlarıyla pâyitaht İstanbul’da yürümemiş, aynı zamanda, yüzyıllardır aramızda güven içinde

yaşayan ve varlıklarını Türk milletine borçlu olan gayrimüslimlerin yâni (Ermeni-Rum-Yahudi)

azlık ırkçılarının ikiyüzlü davranışları bir yana, bu işgalden büyük mutluluk duymuş ve büyük keyif

almış oldukları da, tespit ve müşahede edilmiştir.

Öyleyse, önce; Süleyman Nazif’’in bu müthiş nutkunu okuyalım:

KARA BİR GÜN (Hâdisât Gazetesi 9 Şubat 1919)

Fransız cenaralinin (generalinin/paşasının) dün şehrimize vürûdu (gelişi) münâsebetiyle bir kısım

vatandaşlarımız (azlık ırkçıları) tarafından icrâ olunan nümâyiş, Türk’ün ve İslâm’ın kalbinde

müebbeden kanayacak bir cerihâ (yara) açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve idbârımız

(düşkünlüğümüz) şevk (neşe) ve ikbâle (saadete) münkalib (dönüşmüş) olsa yine bu acıyı hissedecek

ve bu hüzün ve teessürü evlâd ve ahfâdımıza (torunlarımıza) nesilden nesile ağlanacak bir mirâs

olarak terk edeceğiz.

Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dâhil olarak –Büyük Napolyon’un Neşîde-i

mütehaccire-i muzafferiyyâtı olan (Napolyon’un kazandığı zaferlerin taşlaşmış bir şiiri olan)-

Tâk-ı Zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün

sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimizz ye’s ve azâbı duymamıştı. Çünkü Fransız

namını/adını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla

Cezâyirli Müslümanlar o mâtem-i millî karşısında aynı telehhüf (üzüntü) ve hicâb

(utanç) ile ağlamış ve kızarmışlardı.

Biz ise mevcûdiyyet-i millîyye ve lisâniyyelerini (millî ve lisânî varlıklarını) bizim

ulûvv-ı cenâbımıza (âlicenaplığımıza) medyûn (borçlu) olan bir kısım halkın (azlık’ın)

hây ü hûy-ı şamatalariyle mâtem-i muazzezimize (aziz mâtemimize) en acı

hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük.

“Buna müstahak değil idik.” diyemeyiz. Müstahak olmasaydık bu felâkete dûçâr

olmazdık (uğramazdık). Her kavmin sehâif-i hayatında (hayat sayfalarında) birçok

ikbâl ve idbâr (düşkünlük) sahifeleri vardır. Fransa Kralı Birinci François (Fransua)’yı

Charles Quint (Şarlken)’in mahbesinden (zindanından) kurtarmış ve koca Viyana

şehrini kerrât ile (birçok kere) sarmış bir ümmetin defter-i mukadderâtında

(mukadderat defterinde) böyle elemli bir satır da mestûr imiş (yazılıymış). Her hâl,

mütehavvildir (değişirdir/değişecektir). Arapların güzel bir sözü var:

‘Isbır feinne’d-dehre lâyesbir/Sen sabret çünkü zaman sabretmez” derler.

Bu ibret verici müthiş nutuk, Türk milletinin her ferdinin zihnine iyice

kazınmalıdır.

Süleyman Nazif; 4 Ocak 1927 târihinde, zatürreye yakalanarak İstanbul’da vefât

etmiştir. Kabri, Edirnekapı mezarlığındadır. Allah, mekânını cennet etsin. Ruhu şâd olsun!..

Yazar Arslan Tekin, “ Kara Bir Gün” başlıklı yazısında, mes’eleyi

günümüze taşıyarak ‘ibret noktasında’, bir muhasebe yapar ve şöyle der:

“Süleyman Nazif’in “Kara Bir Gün” makalesini bilir misiniz? İtilâf

Devletleri’nin yalnız İstanbul’a girişlerine değil; Ermeni ve Rum içinden işgali

alkışlayanlara karşı da isyanıdır.

Fransız general Franchet d’Esperèy, 8 Şubat 1919 günü, beyaz atının

üzerinde, mağrur, İstanbul caddelerindedir. Ermeni ve Rumlardan bir kısım

çılgınca alkışlıyor. Süleyman Nazif’in kahırla seyrettiği manzara karşısında,

dudaklarından hiddetle şu cümleler dökülür:

“Kahpe sürüsü! Bugün âciz bir vaziyette bulduğunuz Türk milletine, elini

kolunu bağladıktan sonra istediğinizi yapıyorsunuz. Fakat yarından korkun!..

Türk’ün yarınki intikamından korkun!”

Hâdisât gazetesine gelir ve yürekten “KARA BİR GÜN”ü yazar. Bu yazıyı

bugüne adapte ettim. Hiçbir fark yok!

(…) Musa Anter (1992’de öldürüldü.), yukarıda okudunuz, Türk ülkesini

savunduğu ve bütün Osmanlı’yı Türk gördüğü için, Diyarbakırlı “Kürt”

Süleyman Nazif’i mezarında tekmelemişti. Hatıralarında övünerek anlatır.

21 Mart 2013 gününü asla unutmayacağız! Bizim kara bir günümüzdür.”

(3)

Tarih; ondan, ‘ibret’ alınırsa maksadına ulaşır ve hakîkî mânada târih olur.

Kalanı, ‘harflerden ve rakamlardan ibâret’, bir takım sözlerdir.

Buradan hareketle; Süleyman Nazif’in, Servetifünûncu veya başka bir

‘şeyci” olmasının da hiçbir önemi yoktur. Mühim olan, söylediği ve söylediğini

tatbik’tir.

O’nun bu muhteşem nutkundan, en önemli cümle hangisidir derseniz, derim

ki; “Buna müstahak değil idik.” diyemeyiz.” cümlesidir.

Bu cümle; Türk milleti olarak, fert fert herbirimizi, millî târihimizi murâkabe

altına almaya dâvet ediyor.

Nereden, hangi târihten îtibâren?

Nasıl tasavvur edebiliyorsanız oradan îtibâren!..Yeter ki, bir noktadan

başlayalım!..

Her seviyeli okulumuzda, fakat bilhassa üniversitelerimizde, mukayeseli

tarihi, derin tahliller yaparak okutmaz isek, ifade ettiğim gibi, bir takım

kelimelerle ve rakamlarla boğuşur, yerimizde sayarız.

İki acı hâtıramla sözlerime son vereyim: İlki; takriben on sene önce, bir

sohbetimiz esnâsında, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi bir profesör

arkadaşım, “Bu seneki, son sınıf öğrencilerimize, Yûnus Emre’yi okutamadan

mezûn ettik” demişti. Tabiî ki, bu, hayretlik bir numûnedir.

Çok acı, değil mi?

İkincisi, 2020 yılı başında, Türk-Çin münâsebetlerini mevzû alan bir

konferansa gittim. Konuşmacı, tarih doçenti, sözünün sonuna doğru, “Bu sene”

dedi, Orhun Kitâbeleri’ni okutamadan öğrencilerimizi mezûn etmek zorunda

kaldık”.

Ne fecî değil mi?

Peki; Yûnus Emre’yi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde ve Orhun

Kitâbeleri’ni de Tarih (ve elbette ki, yine Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde)

okutma önceliğimiz yoksa hangi mesâfeyi almamız mümkündür?!

İşin hulâsası budur!..

En azından, mes’eleyi, Attilâ’dan îtibâren ele almamızın şart olduğuna

inanıyorum.

Çünkü; kanaatimce, ilk defa o zaman, “Buna müstahak değil idik”

diyemeyiz” diye, muhasebe yapmak ve kendimizi sîgaya çekmemiz gerekirdi.

İşin sonunda, “acı idi-fecî idi” dememiz boş lâftan ibarettir!..

KAYNAKLAR

1 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Cilt:2, Üçüncü Baskı, Türkiye Yayınevi, İstanbul

1973, Sf. 753

2 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi-II, Fasikül (9-16), Millî Eğitim

Basımevi, İstanbul 1976-1979, Sf. 1045

3 Arslan Tekin, Kara Bir Gün, Yeniçağ Gazetesi, 23 Mart 2013

Wwwkapsamhaber.com-04.01.2023-23.51

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

sanalbasin.com üyesidir