enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3374
EURO
34,8108
ALTIN
2.390,60
BIST
10.276,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Samsun
Az Bulutlu
16°C
Samsun
16°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Açık
21°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
20°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
19°C

ŞEHİRLEŞMEDE ‘KÜLTÜREL DOKU’ TAHRİBATI

ŞEHİRLEŞMEDE ‘KÜLTÜREL DOKU’ TAHRİBATI
17.05.2023
3
A+
A-

ŞEHİRLEŞMEDE ‘KÜLTÜREL DOKU’ TAHRİBATI

  1. HALİSTİN KUKUL

Depremler, bizi, hâlâ uyandırmadı. Tabiî ki, seller ve yangınlar da!..Öyle derin bir his ve düşünce garabeti içindeyiz ki, uyku hâli desem değil; ihânete ise, kat’iyyen dilim varmaz!..

Bir şehri, şehir yapan unsurları, sâdece, bina ve kalabalık olarak telâkki ettik. Estetik temelimizi çoktan unuttuk ve zamanla, bunu, bütün milletçe bir ‘kültür olarak da’  benimsedik.

Zaman zaman, buna, bizzat mes’ul, salâhiyetli ve uygulayıcıları, “ihânet ettik” deseler de, yollarına devam ettiler ve bugünki çıkmaza girmiş olduk.

Bununla da kalmadık, ekilir arazileri, ovaları ve ormanlık mekânların ağaçlarını kütük yaparak imara açtık; dahası, çürük binalar için “af” çıkardık. Deniz kenarlarını değil, ‘denize sıfır noktalarda’ bile koca koca binalar inşâ ettik.

Hâlbuki, bugünün modern şehircilik anlayışının en önemlilerinden biri, t(ı)rafik’tir ve hâlâ hâlledilememiştir. Kaldı ki; şehirleşmenin ana unsurları olan ‘altyapı/kanalizasyon’ noksanlığı da bunun en mühimlerinden bir diğeridir.

Bugün; otoparklar, hastahâneler, umûmî helâlar, hamamlar, geniş yollar/sokaklar/caddeler,  konferans salonları, s(ı)por tesisleri, bahçeler/parklar, kütüphâneler, müzeler ve her seviyeli okullarla donatılmayan mekânların ‘şehir olma hüviyetleri’ tartışılmalıdır.

Bâzı şehirlerimizde, ‘hava kirliliği’ de büyük bir p(u)roblem olarak halkımızı rahatsız hattâ tehdit etmektedir.

Şehir denilince, benim aklıma ilkönce, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, -bir şaheser olarak telâkki ettiğim- “BEŞ ŞEHİR” adlı eseri gelir.

Şehirler; inişli çıkışlı/yokuşlu, arabalı, t(ı)ramvaylı, otobüslü, asfaltlı, gökyüzüne doğru uzanmış binalar yığını veya insan kalabalığıyla donanmış, gürültülü, kuru bir coğrafya parçası değildir.

Şehirlerin de, kendilerine mahsus ‘birer dili’ vardır. Kendilerini temsil eden, sözü edildiğinde, “İşte burası, orasıdır” dedirten mekânları ve insanları (ilim ve san’at adamları) vardır. Muhakkaktır ki, târih, bütün bu söylediklerimize şâhitlik etmektedir.

Tanpınar, “Beş Şehir” adlı eserinin Önsöz’ünde şöyle der: “Bir gün Anadolu insanının his tarihi yazılır ve hayatımız bu zaviyeden gerçek bir sorgunun süzgecinden geçirilirse, moda sandığımız birçok şeylerin hayatın kendi bünyesinden geldiği anlaşılır.” (Bknz. Prof. Dr.  Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, İstanbul 1972, Sf. V)

Burada, “hayatın kendi bünyesinden geldiği” ifadesi çok mühimdir. Zîra;  bu “bünye”, millî varlığı teşkil eden her türlü kültürel unsurlardır.  Bu unsurlar; saf tabiatın dışında, insan eliyle yapılan san’at değerleridir: Câmiler, hanlar, hamamlar, kaleler, kiliseler, havralar, çeşmeler, kervansaraylar, köprüler, kültür evleri, kütüphâneler, imârethâneler, şifâhâneler, müzeler gibi mîmârî eserlerle, mezarlıklar ve  yazma eserlerdir.

Bâzılarınca, kıyıda köşede kalmış denilen bir çömlek parçası, bir kazma-kürek bile, yerine göre, bu kültürün ana unsurlarından birini teşkil edebilir.

Sâdece bunlar mı? Hayır!..Kayda geçmiş veya geçmemiş mâniler, türküler, atasözleri, destanlardır.

Tanpınar, sözlerine şöyle devam ederek şu misâli veriyor: “Tarihçilerimiz Selçuk ile Osmanlı arasındaki farkı, bir hanedan değişmesinde görmekte fazla ısrar eder gibidirler. Biz ise, bu farkın muaşeretten, üslûba, insan ve zevke kadar derinleştiğine inanıyoruz. Selçukla Osmanlı, biri öbüründe az çok devam eden iki ayrı âlem, yahut daha iyisi, büyük mânasında iki ayrı üslûptur. Geniş Rumeli coğrafyasını ve Akdeniz terbiyesini de içine alan bir terkip olan Osmanlı’yı bizim Rönesansımız sayabiliriz.” (Bknz. A.,g.,e., Sf. V)

Şehirleşmede, târihîlik, çok mühimdir. Burada, “iki ayrı üslûp” denilmesine rağmen, “biri öbüründe az çok devam eden” tâbirine dikkat etmek gerekir. Bütün bunlarından müteşekkil bir şehirleşme, pek tabiî olarak, muaşeret ve zevke dayanan ana damarlar müştereklikleriyle de beslenen ve süreklilik arzeden bir ‘üslûp’ olarak ele alınmalıdır.

Bu da şu demektir ki, sâdece Selçuklu veya Osmanlı’dan değil, onların öncesinden de bize intikal eden kültür değerlerini muhafaza ederek, hepsini birden sahiplenmek gerekir. O hâlde, bu bütünlük içinde, her şehre mahsus hususiyetleri korumak, o şehri, geniş Devlet çatısı altına almak ve her nesille muhatap kılmak esas olmalıdır.

Peki, bunlar, bugüne kadar niçin yapılmadı/ yapılamadı veya eksik yapıldı?

Bu, çok cephelidir. Yânî; buna verilecek bir değil, birkaç cevap vardır. Tabiî ki, ilki, idâreden/Devlet’ten geliyor. Bir defa; her seviyeli okullarımızda verilen ‘tarih şuûru’ yetersizdir.

Bir şehre gidildiği zaman, biz, o şehrin tarihî mekânlarından ziyâde, alış-veriş mekânlarını, sayfiye yerlerini gezmekten hoşlanırız. Yânî; henüz, bizde, böyle –geniş mânâda- ‘umûmî veya ‘millî tarihe bakış kültürü’ hâsıl olmamış veya gelişmemiştir.

Birçok gezide şâhit olmuşumdur: Bilhassa başka ülkelerden gelen gezginler/seyyahlar/turistler, bir tarihî mekânı gezerlerken, önce ‘rehber kişiyi’ dinlerler. Ardından, bir büfeden satınaldıkları ‘kitapçığı’ okurlar ve ondan sonra da, fiilî olarak, dinlediklerini ve okuduklarını tespit ve muhakeme için ‘arazi’ye yâni ilgili mekâna giderler ve doğrudan doğruya oraları müşahede altına alırlar.

Kendim dâhil, bizde böyle tavırla hiç karşılaşmadım!..

Bu noktada, bir hâtıramı nakletmek isterim: Yirmi sene kadar önceydi. Bir arkadaşım telefon etti:

“-Hocam, dedi, üniversite tarih bölümünden üç öğrenci geldi. Tez hazırlıyorlarmış. Gelirseniz iyi olur, onlara faydalı oluruz!”

Emekliliğimin üçüncü veya dördüncü senesiydi. Arkadaşımın bürosuna gittim. Üç öğrenci…  Emekli olduğum sene onlar birinci sınıftaymışlar.

Durum şuydu: Bu öğrenciler, sekizinci yarıyıla başlamışlardı ve tez hazırlamaları gerekiyordu. Tez konuları da, Samsun’daki târihî eserler hakkındaydı. Tezler, umumiyetle, altıncı yarıyıl sonunda verilir. Bunlar ise, yedinci yarıyıl bittikten sonra işe girişmişlerdi.

Ellerinde, hiçbir p(i)lân- p(u)rogram yoktu. Kendilerini dinledim ve onlara dedim ki:

-Nereli olduğunuzu sormayacağım; ancak bildiğim/anladığım kadarıyla en az yedi yarıyıl’dır yâni üç buçuk senedir buradasınız. Peki; Samsun’un hangi târihî yerlerini gezdiniz ve hangi eserlerini gördünüz, söyler misiniz?

Hiçbirinden, hiçbir cevap gelmedi. Bunun üzerine dedim ki, “Hocanız ben olsaydım, size, asla tez konusu vermezdim!”

Buna rağmen, tâkip edecekleri usûl ve yol hakkında kendilerine îzahatta bulundum.

Bu, çok hazîn bir vaziyetti. Şimdilerde, bunun, çok da değiştiğini sanmıyorum!..

Bizdeki şehirleşme, önce ‘zihinlerde’ teşekkül etmelidir. Şehrin ne olup ne olmadığı; köyün, ne gibi hususiyet ve vasıfları taşıması gerektiği anlaşılmalı/anlatılmalıdır. Üniversitelerimizin ilgi bölümlerinde okuyanlar bile bu hâldedirler: Dün, bugün pek farketmiyor!..

İlkönce, şehirdeki tarihî ve kültürel dokunun korunmasının hedeflenmesi lâzımdır. Bilinmeyen, varlığı dâhi idrâk edilmeyen bir eserin kıymeti bilinebilir, korunabilir mi? Bütün bunlar, ancak, topyekûn bir ‘millî târih şuûru’yla telâfi edilebilir.

Şurası önemle bilinmelidir ki, her şehrin, bir rengi, bir kokusu, bir dokusu, bir edebiyatı (şiiri, hikâyesi), bir sosyolojisi, bir mîmârîsi, bir mûsıkîsi, bir edâsı, bir ağız yapısı ve bir estetiği vardır.

Sonuncu yânî ‘estetik’ maalesef, olması gereken fakat hiç düşünülmeyendir. Yukarda sözünü ettiğim gibi,  bizde şehirleşme ‘kalabalıklaşma’ ve ‘binalaşma’nın bir milim ötesine geç(e)memiştir.

Göz göre göre yapılan ihmâllerin yanında, sellerle, depremlerle, çığlarla, heyelanlarla ve yangınlarla hebâ olan tabiat ve kültür değerlerimizde büyük kayıplar yaşamaktayız.  Bunların çok büyük bir kısmını, ne yazık ki, telâfi edemiyor, yerine koyamıyoruz.

Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri adlı eserinde şöyle diyor: “Eski kıymetlerin yerine yenilerin konulmaması veya yeni ikamelerin sathî, iğreti ve sahte olması, kültürde insicam, istikrar ve muvazenenin; fertlerdeyse iç huzuru ve emniyetle birlikte bilhassa içtimaî davranışlarının istikamet ve cihetini tayin hassasının kaybedilmesine sebep olmaktadır.” (Bknz. Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, İstanbul 1972, Sf. 386)

Mümtaz Turhan Hoca; bir cümle içinde, tespit edebildiğim dört ana fikir veriyor:

  1. Eskilerin yerine yenilerin konulmaması;
  2. Yeni ikamelerin sathî, iğreti ve sahte olması;
  3. Kültürde, insicam, istikrar ve muvazenenin kaybedilmesi;
  4. Fertlerde ise, iç huzur ve içtimaî davranışın yok olması…

“Şehirler; ahlâk, ilim ve kültür merkezleri’dir. Böyle olmalıdırlar. Mâdemki medenîliğin alâmetleri onda birleşmektedir, şehirleri inşâ ederken bu hedef esas alınmalıdır.

Şüphesiz ki, sosyal hayatın mecbûrî istikametleri de vardır. Her şey elimizin altında, isteğimize bağlı değildir. Depremler, sel felâketleri, harpler, toplu sürgün göçleri, insan hareketleşmesinin, değişik tabiat olayları, çarpık sosyalleşmenin ve dolayısiyle şehirleşememenin arzu dışındaki hâlleridir.

Bütün bunlar; irâdî olmamakla birlikte, şâyet, güçlü bir Devlet nizamı mevcut ise, önlenebilir’dir.

(…) Şehirler; okulların, üniversitelerin, fen ve yabancı dil laboratuvarlarının, kültür merkezlerinin, s(ı)por tesislerinin, müzelerin ve yeşil sahaların ihtiyacı karşılayacak seviyede donanımlı bulunduğu mekânlardır/öyle olmalıdırlar. Şehirleşme, binalaşma değildir. İlk önce, bu, idrâk edilmelidir.

Kendimize/Türkiye’mize baktığımız zaman, bunların yeterli olduğunu asla söyleyemeyiz. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, ülkemizde de yüksek bina iştahı çok fazladır.  Bırakınız şehirleri, yemyeşil ziraat sahalarının bile betonlaşmaya zemin hazırlandığını müşahede etmekteyiz ki, hazîn ve dehşet vericidir.”(Bknz. M. Halistin Kukul, Şehirleşmenin Neresindeyiz?, Toy Dr., Sayı: 3, Ocak 2022, Sf.96-98;wwwkapsamhaber.com-16 Mart 2022)

Bugün yaşadığımız felâketli günleri düşünerek, bundan birkaç sene önce yayınlanan bir makalemden de nakil yapmak istiyorum:

Bilinmelidir ki, şehirlerin de; “Gözü, kulağı, beyni, idrâki, hâfızası…olduğu gibi, şehirlerin dili de olur. Şehirler de;  ağlar, sızlar, güler, sarsılır, didinir, kükrer, şahlanır, konuşurlar.

 

Yukarıdan bakınca, koskoca gökkubbe altında küçücüktürler ammâ, yakınlarından / yanıbaşlarından / içlerinden temâşâ  edildiklerinde, herbirinin birer farklı rûh taşıdıkları, bir ömür sürmekte oldukları, canlı-diri, zaman zaman pörsümüş çehreli fakat yer yer de makyajlı oldukları gözden kaçmaz.

 

İster, İstanbul deyin, New York deyin, Paris deyin, Moskova, Pekin, Bakü, Bağdat, Kosova, Üsküp, Urumçi, Londra…deyin, hep böyledir!..

 

Şu da var ki; şehirleri şehir yapan ve müşterek şuûr hâline getiren, mîmârları, hattâtları,  mûsikî-şinâsları/müzisyenleri, edibleri , şâirleri, âlimleri, ârifleri, gaazileri, şehitleri velhâsılı kahramanlarıdır.

 

Kadını-erkeği, çocuğu ihtiyarı, sağlamı sakatı, çarıklısı, pazarcısı, kavuklusu…bundan hisse alır.

 

Câmiler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, saraylar,  türbeler, kütüphâneler,  müzeler, saat kuleleri, köprüler, mezarlıklar, kümbetler…veya kiliseler, havralar şehirlerin dilidirler.

 

Ve yine, halaylar, horonlar, barlar, çaydaçıralar…şehirlerin gönül köprüsüdürler!..Bir çınar ağacı, bir çiçek bahçesi, bir koruluk veya ormanlık, bir volkanik tepe ve onun üzerinde, yıldızlarla fıkırdaşan/fısıldaşan  tenhâda bir göl…birer lisandır. Gökkuşağı da öyledir, güneşin ve ayın doğuşu batışı da!..

 

Şehirleri şehir yapan, bakırcıları, kuyumcuları, tesbihçileri, yüzükçüleri, çinicileri, boncukçuları, nalburları, semercileri, kalaycıları, sahlepçileri, limonatacıları, pidecileri, lâhmacuncuları…vardır!..

 

Benim sesimle haykırış olur türküler, eğilmez dağlara…Benim sesimle kükreyiş olur, marşlar, şarkılar engin denizlere…

 

Benim huşûm ile yakılır âvîzeler; gün doğarken ilâhîlerimle şavkır gönüllerde ışıklar…Şehirler,  minârelerden okunan ezânlarla,  zamanı, hakîkatine kavuşturur…

 

Kaç yüz, kaç bin çeşit şehir dili vardır ki, zaman havuzundan dur- durak bilmeden  fışkırarak, bugünün kıskançlığına inat, insanlığa ibret verir, huzur aşılar, aşk ikrâm eder!..

 

Şehirler; orada yaşamış olan ve yaşayan insanların aynasıdır.  Bütün hâl-tavır, p(i)sikoloji, inanç ve estetik, bir müşterek idrâk ve  rûhla bütünleşir. Şehre, ne kadar ihtimam gösterir ve saygı duyarsak, o da, bize, güler yüzünü aksettirir.” (Bknz.M. Halistin Kukul, Şehirlerin Dili, Toşayad Kümbet Dergisi, Sayı: 47, Ocak-Şubat-Mart 2018, Sf. 32-35)

 

Peki; Hatay’a, Kahramanmaraş’a, Adıyaman’a, Diyarbakır’a, Kilis’e, Gaziantep’e, Osmaniye’ye, Adana’ya, Şanlıurfa’ya, Elâzığ’a, Malatya’ya, İskenderun’a, Elbistan’a hattâ başta İstanbul olmak üzere, Erzincan’a, Kocaeli’ye, Düzce’ye, Sakarya’ya, Bingöl’e, Yalova’ya, İzmir’e…ne kadar baktık, ne kadar ihtimam gösterdik ve gösterebiliyoruz!?

 

Yaşadıklarımdan birkaç canlı örnek daha sunmak istiyorum:

 

T(ı)rabzon’un tarihî ilçelerinden Vakfıkebir, 20 Temmuz 1916’da, Rus Çarlığı zamanında,-elbette çevresiyle birlikte- işgale uğramıştır. Denizden bombalanmış ve bomba izleri, hâlâ bâzı binalarda mevcuttur. Yaptığım tespitte, Kemâliye Mahallesi İlköğretim Okulu Binası’nın ve Eski Hükûmet Binası (şimdiki Vergi Dâiresi)’nin giriş kapılarının yan kısımlarında bomba izleri vardır ve bunların bâzıları da –ne yazık ki- ‘harç’ ile kapatılmıştır.

 

Bu hususta, Erciyes Dergisi’nin 328. Sayısı olan Nisan 2005 tarihli nüshasında yayınlanan “Millî Târih Şuûrsuzluğu” ve wwwkapsamhaber.com, 01. 01. 2020 tarihli “Bir Gazi İlçe: Vakfıkebir” başlıklarıyla yazdığım makalelere rağmen, aynı tarih şuûrsuzluğu devam etmektedir. Yâni; Rusların yaptığı işgal teşebbüsünden kalan ‘bomba izlerini’, biz ortadan kaldırıyor ve tarihî bir ihânetin üzerini örtüyor/kapatıyoruz.

 

T(ı)rabzon’dan bir başka örnek daha sunuyorum:

 

Şüphesizdir ki, megaşehirler dediğimiz İstanbul, Ankara, İzmir ve hatta Antalya, Adana, Bursa gibi şehirlerimizde kötü numûnelerine şâhit olmuşuzdur ammâ, T(ı)rabzon’un Yomra ilçesinde, denize ‘sıfır’ noktadaki otuzbeş-kırk katlı binaları görünce şaşırmamak mümkün değildir. Bu duruma dikkat çekmek için, “wwwkapsamhaber.com’da, 23 Ağustos 2017’de, yarınlarda ağlayıp sızlamamak için, şimdiden, “Oy T(ı)rabzon T(ı)rabzon” başlıklı bir makale daha yazdım.

 

Şehirleşmenin, bu olmadığını îzah ettim. Netice, mâlûm!..

 

Meselâ; Samsun şehri de, bu hususta, başı çeken şehirlerden biridir, diyebilirim:

 

Zîra; bizimle hiçbir ilgisi bulunmayan “Amazon Heykeli’nin dikilerek ve Türk coğrafyasına ”Amazon Adası” ve “Amisos Tepesi” gibi isimlerin verilerek tahrip edildiği Samsun şehrindeki resmî veya hususî kuruluş isimleri de dehşet vericidir:

 

“Amazon Trabzon Ekmeği, Amazon kızları dans Grubu, Amazon Bebekleri, Amazon peyzaj, Amazon Köyü, Amazon Festivali, Amazon Köfte, Amazon Pide, Amazon Bar, Amazon Eğlence Merkezi, Amazon Center, Amazon Balo  Salonu, Amazon Ulusoy Kompleksi, Amazon Diyarı Terme, Amazon Parkı, Amazon heykeli, Amazon kadınları (zâten erkekleri yoktur), Amazon kanalı, Amazon Şehri Samsun, Amazon kenti, Amazon sokağı, Amazon dansçıları, Amazon Rölyefleri, Amazon Adası, Amazon Elektrik ve Aydınlatma, Amazon Sürücü Kursu, Amazon Figürleri, Amazon büfe…

 

(…) Selçuklular’dan ismini alan Samsun’daki “Amisos”lar da hayreti mûcibdir:

 

“Amisos Hazineleri, Amisos Salonu, Amisos Meyva Suları, Amisos Hotel, Amisos Dondurması, Amisos Kartvizitleri, Amisos İmsakiyeleri, Amisos Cafe, Amisos Fenerleri, Amisos Cafeterya, Amisos Restaurant, Amisos Card, Amisos Kuaför, Amisos Tepeleri, Amisos Cumhuriyeti, Hotel Amisos, Amisos Mezarları, Amisos Rand a Car, Amisos Tiyatrosu, Amisos İnşaat, Amisos Buz Pisti, Amisos Evden Eve  İlden İle Nakliyat, Yıldırım Amisos İnşaat, Amisos Tepe Evleri, Amisos Mimarlık Emlâk, Ümisos Sitesi, Amisos 55 Gençlik Engelliler Spor Kulübü, Amisos Haber…” (Bknz. M. Halistin Kukul, Türk Dilinin ve Türk Kültürünün Kimyasına dair, Erciyes Dergisi, Ekim 2012, Sf. 6-17)

 

“Dil’in kültür taşıyıcılığı gibi, târihî eserlerin de, hem sanata ait estetik zevki sunması, hem de sosyolojik olarak, değişik kavimlerin ve anlayışların idrâk edilmesi önemlidir.

 

Bu hususta, tarihî eser tamiratı altında yapılan tahribat, maalesef, Türkiye çapında yaygındır.

 

Buna; Kayseri’deki “Gevher Nesibe Tıp Merkezi”(a.,g., Dergi) ve Elâzığ’daki, “Harput Kalesi”(a.,g.,Dergi) birer numûne teşkil edebileceği gibi, Samsun’daki  beşyüz senelik Osmanlı-Türk eseri olan Taşhan’a da, ‘asansör’ yapılması, -benim gördüğüm- son  örnektir:

 

(…) Taşhan, birkaç sene evvel başlayan tâmirat ile, yeni bir hüviyete kavuşmuş görünmektedir. Fakat “Hangi hüviyet ?” diye sormamız lâzımdır. Çünkü; doğu cephesindeki /denize bakan kapı açık olmasına rağmen, batı cephesindeki kemerli kapı niçin kapatılmıştır ve niçin, şehirle irtibatı kesilmiştir, îzahı gerekir.

 

Kapatılan kapının yerine yapılan “asansör”, tek katlı târihî binada hangi ihtiyaç için asıl dokuyu bozmanın gerekçesi olmuştur, bilinmesi gerekir.

 

O eski Taşhan’ın hiçbir mânevî havasını bulamadığım bu binada, beşyüz yıl evvelinden oraya sinmiş bulunan Müslüman-Türk kimliğinden hiçbir eser mevcut değildir. Bunca masrafa rağmen, çevresiyle de bize mahsusluk taşımayan, şahsen, çok soğuk bir yapıyla karşılaştım. Kapısında, ne olduğuna dâir bir “kimlik levhası” bile yok!..”(Bknz. M. Halistin Kukul, Samsun’da Kültür Sanat, wwwkapsamhaber.com-21 Ocak 2022)

 

Başta târihî eserlerimiz olmak üzere, bir şehirdeki kültür dokusunun istilâlar, seller, depremler, yangınlar, heyelanlar gibi felâketler sebebiyle yıkılması ve yok edilmesi bir yana; sulh zamanında, hiçbir felâkete mâruz kalmadan, üstelik binlerce –belki de daha fazla- liralar dökerek ‘tâmir diye’ yapılan faaliyetler, bize, herhangi bir inşaat ustasının bile yapmayacağı tahribatları yaşatmaktadır.

 

Kim, hangi hakla ve hangi kanuna dayanarak, herkese malolmuş bir eseri aslından uzaklaştırabilir?

 

Meselâ; sormak istiyorum: Dünyada, beşyüz senelik bir esere ‘asansör’ uygulamanın, tarih, siyâset, sosyoloji ve estetik ilmiyle hangi münâsebeti bulunabilir? Biri çıkıp da, bunu bize îzah etse!!!

 

Şimdilerde de, -tabiî ki, büyük yıkımlarla birlikte-  bir misâl olarak, Müslümanların  Anadolu’daki ilk câmisi olan Habib-i Neccar (Sevgili Marangoz) Câmisi’ni hüzünle temâşâ ediyor ve vahametin büyüklüğü karşısında ürperiyoruz!..

 

İçimizin yanması ise, maalesef, hiçbir şeyi değiştirmiyor!..Demek ki, önce tedbir gerekli, tedbir, tedbir, tedbir!..

 

WWKAPSAMHABER.COM-16 MAYIS 2023-10.02

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

sanalbasin.com üyesidir